Kısa süre içinde İsveç’e Akdeniz iklimi geliyor, çünkü iklim krizine depreme davrandığımız gibi davranıyoruz
“Konya’ya deniz getireceğim” diyen bir
siyasetçi olduğu rivayet edilir. Kapitalizm ise “Baltık denizine Akdeniz iklimi
getireceğini” vaat etmekte. Ve bu vaadini de gerçekleştirecekmiş gibi
görünüyor. Nasıl mı?
Küresel iklim değişikliği süreci, biz
onu yönetebilmek adına dişe dokunur pek bir şey yapmadığımız için doludizgin
ilerliyor. Hele de bu yıl 60’ın üzerinde ülkede gerçekleşecek seçimlerin
birçoğunu sağ-muhafazakar partilerin kazanmasının beklendiği de düşünüldüğünde,
karamsar olmak için yeterince nedenimiz var.
Aslında burada hem fonetik hem de
politik bir çelişki var. Muhafazakarların dünyayı muhafaza etmesi beklenirken,
mesela Trump “Ne küresel ısınması, ben üşüyorum” gibi laflar ediyor. Onlar da
biliyorlar yerkürenin ortalama sıcaklığının yükselmekte olduğunu, buzulların
erimekte olduğunu. Ama buzullar eridikten sonra, o buzulların altındaki petrol
ve doğalgaz rezervlerine kolaylıkla ulaşabileceklerini de biliyorlar ve bunu
istiyorlar. O yüzden Trump “Ne küresel ısınması, ben üşüyorum” diyerek aklı
olan herkesle dalga geçiyor.
Söz etmek istediğim şey, aslında
küresel iklim değişikliğinin bilimsel olarak ilk emarelerinden birini oluşturan
şey, “tropikal kuşağın genişlemesi”.
Tropikal kuşak şu... Ekvatorun
yaklaşık 2600 km kuzeyinden Yengeç Dönencesi, yine yaklaşık 2600 km güneyinden
Oğlak Dönencesi geçiyor. Güneşin ışınları, Kuzeyde Yengeç Dönencesinden güneyde
Oğlak Dönencesine kadar uzanan yaklaşık 5200 km’lik bu bölgeyi yılın belli dönemlerinde
90 derecelik açıyla kesebiliyor. Ancak dönencelerin dışında kalan bölgeleri
güneş ışınları hiçbir zaman dik kesmiyor. İki dönence arasındaki yaklaşık 5200
km genişliğinde uzanan bu kuşağa, tropikal kuşak deniyor. Bu kuşak, dünyanın en
sıcak bölgesi.
Bir süredir tropikal kuşağın
genişlemekte olduğunu biliyoruz. Buna Hadley Döngüsü adı veriliyor.
Yale Üniversitesi’nin bir yayınında
olay basitçe tanımlanmış. Şöyle ki;
10 yıl kadar önce bilim insanları ilk kez
tropikal kuşağın genişlemekte olduğunu fark ettiler. tropikal bölge kuzeye ve
güneye doğru genişledikçe bölgeyi çevreleyen sınır, yani dönence çizgileri de
kuzeye ve güneye genişliyor ve Akdeniz’i dahi içine alan bölgelere daha kuru
bir iklim yapısını taşıyor. [Nicola
Jones, Redrawing the Map: How the World’s Climate Zones Are Shifting, 2018, YaleEnvironment360
]
İşte bu
sebepten ve bunun gibi atmosferik sebeplerden ötürü her geçen yaz daha fazla
yanıyoruz ve her geçen kış, bir öncekinden daha az üşüyoruz.
İşte bu yüzden
yıllardır bilim insanları karbon salınımımızı azaltmamız gerektiğini, karbon
ayak izimizi küçültmemiz gerektiğini haykırıp duruyorlar.
Şimdi, bu
konu bizim deprem konusunda oldukça bilinçli bir toplum olmamıza çok benziyor. Bakın,
1999 depremi olduğunda ben daha 19 yaşındaydım. Liseyi bitirmiştim ve
üniversiteye girmeye çalışıyordum. Ve 12 yıldır eğitim alıyor olmama rağmen
hiçbir öğretmen bana Türkiye’de büyük depremler olabileceğini söylememişti.
Hiçbir ders kitabında da böyle bir şey yazmıyordu. 15 bin kişinin ölmesiyle
sonuçlanan Marmara Depremi olunca fark ettik bu durumu.
Biz vatandaş
olarak fark ettik ama farkında olan ve bizi uyaranlar da vardı. Depremden sonra
bu insanların varlığından haberdar olduk. O döneme kadar Cumhuriyet’in Bilim
Teknik ekinde her hafta köşe yazan ama hiçbirimizin simasını bilmediğimiz Prof.
Dr. Celal Şengör, ilk kez ekranlarda görünmeye başladı. Çok çarpıcı bir şey
demişti o zaman Şengör:
“Deprem çok güzel bir doğa olayıdır.”
Bunun kaydına
ulaşamadım, her şeyi bulabilmek mümkün olmuyor. Ama bu açıklamasını dinlediğimi
ve etkilendiğimi çok net hatırlıyorum; “Deprem
çok güzel bir doğa olayıdır.”
Kızmışlardı
Şengör’e, çünkü 15 bin kişi ölmüştü deprem yüzünden.
“Sen nasıl böyle bir şey söylersin” diye tepki göstermişlerdi. Şengör de
demişti ki;
“Söylerim. Çünkü ben bütün hayatımı
deprem olgusunu incelemeye adadım. Türkiye’nin yıkıcı depremler üretebilecek
fayların üzerinde olduğunu yıllardır söylüyoruz. Ama kimse bizi ciddiye
almıyor. Bizi ciddiye alsaydınız gerekli önlemleri alırdınız ve bir kişi bile
ölmezdi. 15 bin kişinin ölmesi sizin suçunuz, depremin değil.”
O zaman
deprem uzmanlarını nasıl önemsemediysek ve 1999’daki ilk büyük ve yıkıcı
depremden sonra da önemsememeye devam ettiysek, şimdi de iklim konusundaki
uzmanları önemsemiyoruz. Olayın özü ve özeti aslında bu.
İklim krizi
ile deprem arasında şöyle bir fark var; depremde ya bir anda, ya da birkaç
saatlik bir süre içinde ölüp gidiyorsunuz. İklim krizi ise, eğer ciddi önlemler
alınmazsa, yavaş ve uzun süreye yayılmış bir işkenceyle insanların hayatlarını
kaybetmelerine yol açacak.
Önce
sıcaklık ve nem artışıyla hayat kaliteniz olumsuz etkilenecek ki bu süreç zaten
başladı.
Devamında,
yeterince kar yağışı olmamasından ötürü su sıkıntısı ve baş gösterecek. İçme
suyundaki arz sorununu maden suyu ile karşılamaya çalışacağız ki Avrupa bu
yöntemi yıllardır kullanıyor.
Sulama
suyundaki azalma ise tarımsal üretimi vuracak ve hatta vurmaya da başladı. Üretim
ve hasat düşecek ki düşmeye başladı. Bunun sonucu olarak da gıda fiyatları
artacak ki artmaya başladı.
En başta söz
ettiğimiz süreç, yani tropik kuşağın genişlemesi devam ettikçe Akdeniz
havzasında tropik iklim özellikleri görülecek. Akdeniz iklim özellikleri ise
daha kuzeye kayacak. Bu kaç yılda olur bilmem, ama bugünkü Z kuşağının buna
şahit olabileceğini söyleyen uzmanlar var.
Ben sizin
yerinizde olsam, bugün soğuk ve yaşanmaz dediğimiz bölgelerde gayrimenkul
yatırımı yapardım. Çünkü 20 yıl, 30 yıl içinde Baltık Denizi kıyılarındaki
kasabalar ve şehirler Bodrum gibi, Çeşme gibi, Marmaris gibi olacak büyük
ihtimalle.