15 Aralık 2020 Salı
Uyarı:
Veganlar için tiksindirici olabilecek içerik barındırır.
Çocukluğumdan beri sakatat yerim.
Maraşlı bir babanın oğlu olarak kardeşimle birlikte
çocukluğumuzda kuzu ayağı kemirir, çıkan onlarca kemiği tabağın yanına
dizerdik. Öyle yoğun bir kolajen içeriği vardı ki parmaklarım uhu sürülmüş gibi
birbirine yapışırdı. Bu da bir başka oyun kaynağıydı tabi benim için.
Annemin kocaman kuzu kellelerini veya dev gibi
danadillerini düdüklü tencerede pişirdiğini hatırlıyorum. Danadili, en has
jambondan daha lezzetlidir.
Bazen de beyin alınırdı kasaptan, haşlandıktan sonra
bol limon ve karabiber ile soğuk soğuk yenirdi. Bayılırdım, hala da bayılırım.
Mangallı günlerde böbrek, dalak ve koç yumurtası ya
da billur da denen kuzu testisi de pişenler arasındaydı. Ayırt etmeden yerdim.
Bunlar çok ucuz şeylerdi. Antrkot kadar lezzetli ve faydalıydılar,
ayrıca antrkotun dörtte biri fiyatına alınabiliyorlardı. Dar gelirlinin et
yemeğiydi sakatatlar. Biz fakir değildik, ama dedim ya, Maraş var arka planda.
Ağız tadımız için yerdik.
Sonra gurmeler istila etti ortalığı. İtalyan ve
İspanyol mutfağında sakatatın ne kadar önemli bir yeri olduğunu öğrendi
Türkler. Kırk yıldır evde pişen işkembeli nohut yemeğinin İtalyan mutfağı
kökenli olduğunu duyunca inanamadılar. Uzakdoğu’daki, Amerika’daki sokak
yemeklerini görünce söğüş, kokoreç ve uykuluk birden kıymete bindi.
Ve şimdi ortalama bir lokantada yenen bir porsiyon
Adana kebap ile bir porsiyon kelle söğüşün fiyatı aşağı yukarı aynı.
Kuzu ciğerin kilosu bir ara 80 liralardaydı.
Bir adet kuzu kellesini ortalama 30 liradan
satıyorlar. İşkembenin, böbreğin kilosu da uçtu gitti.
Bu furya da bir müddet sonra biter diye ümit ediyorum. Biter de daha az para vererek yerim doya doya sakatatlarımı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.