20 Aralık 2024

Ajanda Notları

Herkes ‘Suriye’de kazanan Türkiye oldu’ diyor, gerçekten öyle mi?


Uluslararası basında geçen hafta yayınlanan haberler, ağırlıklı olarak Türkiye’nin Suriye’de 8 Aralık’ta Şam’ın düşmesinden beri yaşanan süreçte önemli avantajlar sağladığına dönük yorumlarla dolu. The Guardian “Ankara istediğini alıyor” derken New York Times, “Türkiye ‘büyük kazanan’ olarak öne çıkıyor” başlığını attı.

Esad rejiminin yerini Erdoğan’ın uzun süredir kuvvetle desteklediği El-Nusra kökenli HTŞ’nin alıyor görünmesi, bu yorumları doğrular nitelikte. Trump’ın “Suriye’de ne tür bir iktidar kurulacağını bilmiyorum, ama Türkiye’nin istediği gibi olacak” açıklaması da emperyal jeopolitikçi cenahta zafer heyecanı yarattı. Üstelik takma adıyla Colani, resmen kullanmaya başladığı asıl adıyla Ahmed El Şara’nın bilhassa BBC’de teyit ettiği gibi, yeni Suriye’nin dinsel aşırılıkçı bir yönetimle değil de daha ılımlı -örneğin kadınları sosyal hayattan sınırlamayan ama alkol yasağını da uygulayan- bir yoldan idare edileceğine dönük sinyaller var. Şimdi taraflar, ortada duran bir müzakere masasının etrafında, ayakta dolanıyorlar. Herkes birbirini gözlüyor. Kimse o masaya ilk oturan olmak istemiyor, herkes kaçıverir de masada tek başıma kalırım diye.

Tersi bir durum var gibi görünse de Putin, halinden gayet memnun görünüyor. Moskova’da dört saat süren basın toplantısında “Suriye’de yaşananların gerçek kazananı İsrail” dedi. Tuhaftır ki ben de geçtiğimiz hafta Ajanda Podcast’te aynısını söylemiştim. Sürecin gerçek kaybedeni ise Rusya değil, İran.

İran kaybetti, zira Lübnan ve Filistin’deki proxy’leriyle iletişimi artık kalmadı. İsrail ila savaşan Hizbullah ve Hamas’a İran’ın verdiği destek, Esad yönetimindeki Suriye üzerinden ulaştırılıyordu. İsrail ordusunun Şam’ın düşmesinden bir gün sonra tampon bölgeyi işgal ederek askeri hedefleri jet hızıyla imha etmesinin ardında bu yatıyor. Özellikle Hizbullah için yolun sonu gözüktü. İsrail’in en büyük avantajı sağlayan taraf olmasının da nedeni bu.

Türkiye kazanmış gibi görünüyor, ancak ortada ciddi bir belirsizlik var. HTŞ de Türkiye’nin bir proxy’siydi, evet; ancak Esad’ın sarayına yerleşince gördüler ki İsrail’in gölgesi, bir heyula gibi güneyden üzerlerine çökmüş durumda. İdlib’deyken Kürt gruplara ve Esad’a karşı kendilerini sınırsızca destekleyen Türkiye, İsrail’e karşı da aynı kararlılıkta olacak mı? İsrail, Golan tepelerine sadece 60 kilometre mesafedeki Şam’a girip HTŞ’yi tepelerse ne olacak? Bu elbette yakın ihtimal değil, ancak HTŞ’nin Şam’da o kadar da rahat olmadığına dair bir gösterge.

Trump faktörü, bir diğer kaşıntı unsuru. Çölün derinliklerinde uykuda olan IŞİD’i yeniden geleneksel caniliklerine dönmekten alıkoyan en önemli unsur, Suriye Demokratik Güçleri. Yani kuzeyin doğu cephesine hakim olan silahlı Kürt grup. Yani aslında YPG. Yani Türkiye’nin kabul ettiği şekliyle, bildiğiniz PKK. Ve Amerika, bu gruba önemli ölçüde silahlı destek veriyor ve onları bölgesel bir partner olarak görüyor. Erdoğan’ı öven jestlerine rağmen Trump’ın bu keyfiyeti değiştirmesi beklenmiyor.

Suriye’de şu an merkezi bir kamu yönetimi yok. HTŞ’ciler, hali hazırda eski Baas’çıların makam odalarında, ellerinde Kalaşnikof’larıyla postallarını makam masalarına uzatmış halde sigaralarını içip zaferlerinin keyfini sürmekle meşguller. İsrail ve/ya Amerika ile anlaşıverip Türkiye’yi ortada bırakmaları hiç ama hiç beklenmedik bir durum olmaz benim için.

Dolayısıyla “Suriye’de kazanan Türkiye oldu” cümlesini kurmak için henüz erken. Ancak Ankara’nın ciddi bir hamle yaparak önemli bir mevzi kazandığı bir gerçek. Erdoğan’ı birdenbire Şam’a gitmiş, Emeviyye Camii’nde namaz kılarken görmemiz de mümkün bugünlerde.

Ancak er ya da geç, taraflar o müzakere masasına oturacaklar. Ve kimin kazandığı, kimin kaybettiği, masadan kalkılırken açıklık kazanacak.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Ajanda Notları

Almanya’da somutlaşan nefret söylemi  ve AfD  Partisi Almanya'da 23 Şubat günü genel seçim var. Sosyal demokrat Olaf Scholz hükümet işin...