Yapay zeka çevreyi nasıl kirletebilir?
İklim ve çevre aktivistleri zaman içinde bir çelişkiye mi
düştüler? Kömürle çalışan termik santralleri istemeyenler, rüzgar enerjisine
geçilsin diyorlardı. Rüzgar enerjisine geçildi, şimdi benzer gruplar rüzgar
santrallerini protesto ediyor. Aslında tam olarak böyle değil, ama biraz da
böyle. Bu aralar ise data center’lar, yani veri merkezleri ve bunun yanında yapay
zekanın gelişimi protesto ediliyor, çünkü giderek büyüyen, kocaman bir karbon
ayak izine sahipler.
Öncelikle sorulması gereken soru şu; yapay zekadan korkmalı
mıyız? Bu haliyle hayır, ama barındırdığı potansiyel düşünüldüğünde kesinlikle
evet. “Benim şarja taktığım alet beni ele mi geçirecek” umursamazlığına prim
vermemek gerekiyor, zira bizim şarja taktığımız cep telefonlarının bizi ele
geçirmemiş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yapay zekadan ve bununla birlikte yeni nesil mikroçiplerden
korkmamızı gerektiren başka bir unsur var: Karbon salınımı.
Bir anda bakıldığında bilgisayarlar ve onları çalıştıran
çiplerin herhangi bir karbon bileşenli atık ürettiğini göremiyoruz; ancak bu
bilgisayarlar, cep telefonları ve tabletler önümüze gelene dek, küresel iklim
değişikliğini körükleyen ve gün be gün artan bir karbon salınımına yol
açıyorlar. Yapay zekanın bireysel kullanımının yaygınlık kazanmasıyla bu
salınım daha da artmaya başladı.
Dünya gazetesinde 13 Şubat günü yayınlanan haberde şöyle
deniyor:
“Amherst Üniversitesi akademisyenlerinin araştırmasına göre yeni
bir dil modeli çalışırken bir yapay zeka modelinin 320 ton karbondioksit salınımına
neden olduğu, bu miktarın 5 otomobilin kullanım ömürleri boyunca saldıkları
karbondioksite eşdeğer olduğu belirtildi. (...) GPT-3’ün eğitiminde ise bin 287
megavatsaat elektrik harcandığı ve bunun da 502 ton karbondioksit salınımına sebep
olduğu vurgulandı...”
Financial Times’da geçtiğimiz hafta yayınlanan bir başka
haberde ise koca koca internet sitelerinin barındığı hosting alanlarından
Instagram’a yüklediğiniz küçük bir story’ye kadar büttün bilginin saklanmakta
olduğu data merkezlerinin atmosferi ne denli hırpaladığından söz edildi. Şöyle
dendi haberde:
“Data merkezleri 2022 yılında 460 TWh enerji harcadı. Bu
rakam, dünya enerji tüketiminin yüzde 2’si. Data merkezlerinin toplan
tüketiminin 2026 yılında 1000 TWh’e çıkması bekleniyor...”
Data center’ların giderek daha fazla enerji harcamaları ise en
başta dile getirdiğim gibi yeni nesil mikroçiplerle ilgili. The Economist’te
geçtiğimiz hafta yayınlanan bir makalede ise anlatılan şey şu:
“Çipler artık daha küçük ama daha güçlü. Küçücük bir çipe çok
daha fazla transistör yerleştirilebiliyor. Böylece elektronlar çok daha hızlı
hareket ediyor. Bu da daha fazla ısınma ve tabi daha fazla soğutma ihtiyacı
anlamına geliyor. Google ve Microsoft’un sahibi olduğu veri merkezlerinde
soğutma faaliyeti için toplan 32 milyar litre su kullanıldı. Bu rakam, 700 bin
nüfuslu bir kentin yıllık su tüketimine eşit...”
İnternetsiz yaşayacak değiliz elbette. Ama internet bazlı tesis
ve teknolojilerin karbon salınımları ve su tüketimleri konusunda bir şeyler
yapılmalı ve esasen yapılıyor da. Örneğin Microsoft firması, veri merkezlerinin
bir kısmını denizin altında konuşlandırmayı denedi ve ilk denemelerden aldığı
başarılı sonuçların ardından özellikle denize yakın yerleşim birimleri çevresinde
bunu yaygınlaştırma kararı aldı. Yüksek ısı üreten ve soğutma için büyük enerji
harcayan veri merkezleri denizin altına alınınca soğutmak için harcanan
enerjiden büyük oranda tasarruf edilebiliyor.
Yine de iklim aktivistleri önemli sanat eserlerine saldırmaktan geri durmuyorlar ve veri merkezleri başta olmak üzere pek çok konuyu hemen ve stratejisiz
biçimde protesto ediyorlar. Esasen etmeleri de gerekiyor, çünkü iklim konusu
çok kritik ve protesto kültürü bu süreçte çok önemli.
Ancak protesto ederken şu soruyu da galiba sormaları
gerekiyor: İnternet olmasaydı, karbon salınımı yapıyor diye kızdığımız data
center’lar olmasaydı, cep telefonlarımızdan bilgisayarlarımıza kadar hemen her
yerde kullandığımız mikroçipler olmasaydı ne olacaktı? Bunların yokluğunda
nasıl bir karbon salınımı yapıyor olacaktık? PDF ile, DOC ile görüntüleyebildiğimiz
belgeleri her seferinde kağıda basmak gerekseydi kaç ağaç kesilecekti?
Biraz da bunu düşünmek gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.