14 Ocak 2025

Ajanda Notları

Almanya’da somutlaşan nefret söylemi ve AfD Partisi


Almanya'da 23 Şubat günü genel seçim var. Sosyal demokrat Olaf Scholz hükümet işini pek beceremedi ve kabinesi düştü. Gerçi Scholz’un şanssızlığı, Angela Merkel gibi bir ismin ardından başbakanlığa gelmesiydi. Şimdi milyonlarca Türkiye kökenli insanın da yaşadığı Almanya’da ırkçılığı, hatta dahası faşizmi kendisine nazariyat edinmiş aşırı sağcı AfD Partisi, yani Almanya için Alternatif Partisi giderek güçlenen bir grafikle Şubat seçimlerine girecek. AfD’nin geçtiğimiz günlerde gerçekleşen parti kongresinde nefret söylemi, adeta somutlaştı. Bakın neler dedi, AfD’nin başbakan adayı Alice Weidel...

En ilgincinden başlayalım... AfD’nin başbakan adayı, 45 yaşındaki Alice Weidel bir lezbiyen. Sri Lanka’lı bir eşi var ve iki de çocukları var. Ancak Weidel, eşcinsel olmasına rağmen LGBTİ hareketini lanetliyor ve Queer kimliğini de reddediyor. Parti kongresinde Weidel, Hitlervari bir konuşma yaptı. Evet, bu ifadeyi kullanıp kullanmamak konusunda tereddüt ettim, ama böyle maalesef. Ve konuşmasında Weidel, Almanya'da üniversitelerin queer-woke kadro ocaklarına dönüştüğünü savundu, iktidara geldiklerinde tüm toplumsal cinsiyet çalışmalarını kapatacaklarını ve profesörleri de kapı dışarı edeceklerini söyledi.

Weidel şöyle diyor: Biz dümende olduğumuzda tüm rüzgar türbinlerini yıkacağız! Kahrolsun, kahrolsun bu utanç yel değirmenleri!

Evet, tabi ki her aşırı sağ parti gibi AfD de iklim krizini reddediyor ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin, ülkelerini güçten düşürdüğü söylemini kullanıyor. Kahrolsun bu utanç yel değirmenleri diyen Weidel, iktidara geldiklerinde kömür kullanımını ve nükleer santralleri artıracaklarını vaat ediyor. Elektrik mühendisliği eğitimi almış bir gazeteci olarak ben nükleer enerjiden yanıyım; zira işletme güvenliği ve atık yönetimi doğru yapıldığında en temiz ve verimli enerji enerji kaynağı. Gerçi bu düşüncem nedeniyle liberal çevremde çok linçleniyorum. Ancak Weidel’in kömür kaynaklı enerji vaadi, dünyamızın geleceği için çok ciddi bir sıkıntı.

AfD’nin ve Weidel’in en önemli vaatlerinden bir diğeri de kan bağı temelli vatandaşlığa dönüş ve kitlesel remigrasyon, yani tersine göç. Weidelın bağıra bağıra ifade ettiği bu kavram, partinin seçim programının da en dikkat çekici bölümlerinden birini oluşturuyor. Remigrasyon kavramı, sosyal bilimlerde, hayatlarının belli bir bölümünü yurt dışında geçirmiş insanların geldikleri ülkelere dönmeleri olarak tanımlanıyor ve son dönemde aşırı sağcılar arasında fazlasıyla popülerleşti. Bu yaklaşıma da tabi ki başta Almanya Türk Toplumu olmak üzere pek çok azınlık örgütü ve ırkçılık karşıtı örgüt tepki gösterdi. Weidel, kongredeki hararetli konuşmasında, Almanya’da iç güvenlik sorunları başta olmak üzere pek çok toplumsal ve ekonomik problemden göçmenleri sorumlu tuttu, iktidara geldikten sonra ilk 100 gün içinde, sınırların kapatılarak kitlesel geri gönderilmelerin organize edileceğini söyledi.

AfD şu anda anketlerde ikinci parti konumunda. Tabi ki Trump’ın Brütüs’ü Elon Musk ile arası çok iyi. Avrupalı aşırı sağcı kadın liderlerin arası zaten genel olarak Musk ile çok iyi. İtalya’nın neo-faşist başbakanı Meloni’nin Musk’a nasıl aşık gözlerle baktığını görmüş olmalısınız. Musk, Weidel’in konuştuğu AfD parti kongresini X hesabından canlı yayınladı. İnsan ancak aşık olduğu bir kadına yapar böylesi bir jesti. Adına Dexit diyerek Almanya’nın İngiltere gibi Avrupa Birliği’nden ayrılmasını savunan, Euro’dan çıkıp Alman Markı’nı -Doyçe Mark’ı- geri getirmeyi planlayan AfD Partisinin kongresi, 10 bin civarındaki bir kalabalık tarafından protesto edildi, bunu da ifade edelim. Protestolar yüzünden kongre, yaklaşık iki saat geç başladı.

Neyse ki merkezde yer alan hem sağ, hem sol partiler, olası bir koalisyon hükümetinin kurulmasının gerekmesi halinde AfD ile bir koalisyon kurmayacaklarını şimdiden açıklamış durumdalar. Ancak siyasettir bu, hiçbir şey belli olmaz da diyebilirsiniz. Lakin Almanya’da politikacılar, verdikleri bu tür sözleri tutarlar. Almanya bu yüzden Almanya. Bizde ise politika ile kaypaklık neredeyse eşanlamlı kelimeler haline geldi, Türkiye de biraz bu yüzden Türkiye. Aşırı sağ sadece Almanya’da değil, Avrupa’nın pek çok ülkesinde yükseliyor ve bunun da sosyo-politik temeli, ekonomideki istenmeyen gidişat. Hitler, Mussolini, Portekiz’de Salazar ve Yunanistan’da Metaxas gibi diktatörler de Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan ekonomik ve sosyal çöküşün ardından güçlenebilmişlerdi. Şimdi de Coronavirüs salgınının yarattığı ekonomik çöküşün ertesini yaşıyoruz ve siyaset sosyolojisi açısından sağın, aşırı sağın yükselmesi, geleneksel formüle uyuyor. Umarız bu deliler, insanlığa minimum hasar bırakarak tarih sayfalarına gömülürler.


02 Ocak 2025

Ajanda Notları

Elon Musk’ın profil fotoğrafındaki Kurbağa Pepe nedir?

 

2025 hızlı başladı. Amerika’da, New Orleans’da gerçekleşen terör saldırısından Kiev’den Avrupa’ya aktarılan doğal gazın kesilmesine kadar oldukça dinamik bir gündem oluştu yılın ilk gününde. Ancak sembolik bir hareketi ele alalım istiyorum ben.

Dünyanın yeni duçesi Elon Musk, sahibi olduğu sosyal medya platformu X’teki adını Kekius Maximus olarak değiştirdi. Musk Bey, profil fotoğrafını olarak da alternatif sağcıların, ya da yeni sağcıların pek sevdiği bir karakter olan Kurbağa Pepe’yi koydu. Kekius Maximus, aynı zamanda bir kripto para biriminin adı. Ve Musk efendi bu ismi profiline koyduktan sonra kripto paranın değeri yüzde 400 arttı. Diğer coin’lerin değerleri de bu furya ile artış gösterdiler. Biliyorsunuz Musk, daha önce de kripto paraların ve borsalarda işlem gören hisse senetlerinin değerlerini sosyal medyadaki hamleleriyle etkilemişti. Üstelik piyasaya manipülatif müdahaleleri affetmeyen Amerika’da ilgili kurullar, Musk’u cezalandırmaya da çalışmışlardı. Bu bağlamda Kekius Maximus hamlesi, çok boyutlu ve kültürel yanı da olan bir hareket olmanın hem Musk’ın faşizan eğilimlerini ortaya koyarak Trump döneminde izlenecek icraatın işaretlerini veren, hem de piyasaya yönelik manipülasyonlarının arkasında olduğunu ve belki bu tür manipülasyonları yapmaya devam edeceğini gösteren bir hamle. Peki nedir tam olarak Kekius Maximus?

"Kekius" kelimesinin, oyun dünyasına aşina olanların bildiği kek kelimesine ve kavramına bir atıf olduğu çok açık. Kek, bilgisayar oyuncuları arasında LOL gibi yüksek sesle gülmek anlamına geliyor. Ancak kek’in daha öte bir anlamı var. Bu tabir, genellikle yeni jenerasyon aşırı sağ gruplar tarafından kullanılıyor. Kek, ayrıca kafası çoğunlukla kurbağa olarak tasvir edilen antik Mısır'ın karanlık tanrısının da ismi. İşte buradan, Musk’ın profil fotoğrafına geçiyoruz, yani Kurbağa Pepe’ye.

Kurbağa kafalı antik Mısır'ın karanlık tanrısının ismini alan Musk, profil fotoğrafını da Kurbağa Pepe ile değiştirdi ve bu da oldukça politik bir karakter. İnsansı bir vücuda sahip yeşil bir kurbağa biçiminde resmedilen Pepe, 2005 yılında Matt Furie tarafından Boy's Club adlı bir çizgi romandan esinlenilerek yaratıldı. Şöhreti yayıldıkça da Üzgün Kurbağa, Kendini Beğenmiş Kurbağa ve Kızgın Kurbağa gibi yeni memleri çıktı. Pek çok insan, Musk’ın yeni profil resmi olan Kurbağa Pepe’yi imoji ifadeleri olarak yıllardır kullanıyor. 2010'larda karakterin resmi, alternatif sağ hareketle özdeşleşti. 2016'da İftira ve İnkârla Mücadele Birliği, Pepe'yi nefret sembolü ilan etti. Üstelik Pepe, 2019'da Hong Kong geri iade yasağı protestolarında protestocular tarafından özgürlüğün ve direnişin sembolü olarak kullanıldı. Hong Kong’lu gençler özgürlük istiyorlardı, ancak protestoların hedefi Çin Komünist Partisi idi. Bu da Pepe’nin alternatif sağ ikonu olma durumunu teyit ediyor.

Kurbağa Pepe, 2016 ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump'ın seçim kampanyasında da kullanıldı. Kampanya süresince medya kuruluşları, Pepe'nin beyaz ırkın üstünlüğünü, yani white supremacy’yi savunanlar ve alternatif sağ ile bağlantılı tasvirlerini yayınlayıp durdular. Tam bir Trump’çı olan ve beyaz ırkın üstünlüğü savunucusu Richard B. Spencer, Trump'ın göreve başlamasından sonra sokakta verdiği bir röportaj sırasında, yakasında da Pepe rozeti varken yumruklandı. Pepe karakterini yaratan, az önce adını andığımız karikatürist Matt Furie, 2017'de Pepe'nin nefret sembolü olarak kullanımına tepki olarak Kurbağa'yı öldürdüğünü duyurdu.

Çok ilginç bir başka olay da şu: Ocak 2019'da, Jesus Strikes Back: Judgment Day isimli bir video oyunu çıktı. Oyunda diğer kahramanlarla birlikte Pepe'yi yönetiyorsunuz ve feministleri, azınlıkları ve liberalleri öldürüyorsunuz.

İşte şimdi dünyanın yeni duçesi, neo-faşizmin bayraktarı Elon Musk, bu Pepe’yi profil fotoğrafı yaptı. Bu adamdan korkmamız gerektiğine yönelik yeterince emare var. Ve bu emareleri bir başkası değil, kendisi veriyor. Hakkımızda hayırlısı...

28 Aralık 2024

Ajanda Notları

Yunanistan’ın korkusu: Türkiye, Suriye üzerinden Kıbrıs’ı kuşatacak

 

Ortadoğu’da kartlar bin yıldır yeniden dağıtılıp duruyor. Şimdi yeni bir oyuncu geldi masaya ve tüm bahisler yine iptal. Kartlar, yeniden dağıtılıyor. Ama bu kez yancılar biraz tedirgin. Çünkü yeniden dağıtılan kartlarla yeniden başlayacak oyunun sonunda masanın hesabı bazı yancılara da kalabilir, Yunanistan gibi. Yunanistan’ın endişelerine bakacağız bugün, çünkü bu endişeler tabi ki Türkiye kaynaklı endişeler.

Geçtiğimiz hafta Kathimerini gazetesi, Suriye'deki gelişmelerin Atina'da büyük endişe yarattığını yazdı. Söz konusu kaygılar, Türkiye'nin Ortadoğu'da artıyor gibi görünen nüfuzu ve Donald Trump ile nasıl değişeceği henüz pek belli olmayan Amerikan dış politikasına ilişkin beklentilerden kaynaklanıyor. Vassilis Nedos imzasıyla yayımlanan Suriye Atina'nın güvenlik endişelerini körüklüyor başlıklı analizde, şekillenmekte olan yeni jeopolitiğin Atina açısından yeni bir stratejik değerlendirmeyi zorunlu hale getirdiği belirtildi. Bu arada Kathimerini gazetesinin Amerikan patronajında olduğunu ve New York Times grubunda yer aldığını, ayrıca Yunan merkez sağı, yani Başbakan Mitsotakis’in başkanlığındaki Nia Dimokrathia Partisi çizgisinde yayın yaptığını hatırlatalım. Gazete şöyle yazdı:

Avrupa, değişen jeopolitik güçlerle cebelleşirken Türkiye'nin Ortadoğu'da artan nüfuzu karşısında Yunanistan'ın giderek daha uyanık olması gerekiyor. Türkiye'nin Suriye'deki konumu ve Donald Trump ile birlikte değişen ABD dış politikası, Avrupa'nın güvenliği ile ilgili tartışmaları yoğunlaştırdı.”

Analiz makalede ayrıca "Yunan yetkililer, Türkiye'nin istihbarat kurumları, silahlı kuvvetler ve yabancı oyuncular arasında koordinasyon gerektiren karmaşık askeri operasyonlar icra etme kabiliyetinden huzursuzluk duyuyor. Bu, bölgesel güç dinamiklerinde çok büyük bir değişime işaret ediyor denildi.

Bunları biliyoruz zaten. Peki Yunanistan’ı asıl kaygılandıran ne ola ki?

Kathimerini bunun yanıtını veriyor: Türkiye ile Suriye arasında bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalanması olasılığı. Yani Mavi Vatan’ın genişlemesi.

Neydi Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini, bir hatırlayalım. Çünkü pek çoğumuzun duyduğu, ama teknik boyutu yüzünden tam da anlamadığı bir kavram bu.

Mavi Vatan, kabaca Türkiye’nin denizlerdeki kıta sahanlığının büyümesini sağlamayı amaçlayan bir yaklaşım. AKP hükümeti tarafından benimsenen doktrinin teorik boyutunu emekli tümamiral Cem Gürdeniz ve müstafi tümamiral ve akademisyen Cihat Yaycı oluşturdu. Gürdeniz ve Yaycı, Türkiye’nin çevresindeki 462 bin kilometrekarelik denizin uluslararası hukuk çerçevesinde Ankara’nın yetki alanında olması gerektiğini savunuyor. Türkiye ile Libya arasında 2019'da imzalanan deniz yetki alanlarının belirlenmesi anlaşması, Mavi Vatan doktrininin ilk somut adımı olarak görülüyor. Bu anlaşma ile Türkiye ve Libya, deniz üzerinden komşu ülkeler haline geldi. Yani kısaca Türkiye ve Libya dediler ki, uluslararası suları oluşturan Akdeniz’deki alanlar için, buralar artık bizim; şuraya kadar Türk karasuları, şuraya kadar Libya karasuları. Böylece Batı Akdeniz’den Doğu Akdeniz’e seyahat ederken geçilebilecek bir uluslararası denizin varlığı ortadan kalkmış oldu. Gerek Türkiye ve gerekse Libya, Akdeniz’deki bu geniş alanda artık istedikleri gibi doğal gaz araması yapabileceklerini ilan etmiş durumdalar. Mavi Vatan kavramı Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatına da girdi ve okullarda, öğrencilere anlatılmaya da başlandı. Türkiye’nin hak iddia ettiği alanlar için bir tanımlama yapılmış değil. Yunanistan ise Türkiye’yi neo-Osmanlı’cı bir yayılmacılıkla suçluyor ve tezlerini Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayandırıyor. Ne var ki Türkiye, bu sözleşmenin imzacılarından biri değil.

Haritaya bakıldığında Türkiye’nin iddia ettiği vaziyetin en önemli kaybedeninin Yunanistan olduğu açık bir şekilde görülüyor. Yunanistan, Türkiye ve Libya’nın kendi aralarında 2019’da imzaladığı deniz yetki alanlarının belirlenmesi anlaşmasını tanımıyor ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtiyor. Bu konuda Avrupa Birliği’ni de arkasına almış durumda. Ayrıca Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail ile ortak bir anlaşma imzalayarak Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan Doktrinine karşı bir cephe de oluşturmuş oldu. Kathimerini’de yayınlanan habere dönecek olursak; işte şimdi Yunanistan, Türkiye’nin Libya ile yaptığı gibi Suriye’deki yeni yönetim ile de bir deniz yetki alanlarının belirlenmesi anlaşması yapmasından kaygı duyuyor. Böyle bir anlaşmanın AB üyesi ve Yunanistan'ın en yakın müttefiki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin münhasır ekonomik bölgesini doğrudan etkileyeceği ve başta Güney Kıbrıs'ın enerji kaynakları olmak üzere Doğu Akdeniz'deki istikrarı bozacağı belirtiliyor. Bu durumda Türkiye’nin Mavi Vatan’ının sınırları daha da genişleyecek ve Kıbrıs’ı denizde kıpırdayamaz bir noktaya getirecek. Atina’nın kaygısı temel olarak bu.

Türkiye’nin egemen bir devlet olarak kendi yerli enerji kaynaklarını artırmak istemesi anlaşılabilir bir durum. Yunanistan’ın da egemen bir devlet olarak, üstelik denizci bir ülke olarak Akdeniz’deki hareket alanını maksimum konforda tutmaya çalışması anlaşılabilir. Ancak 20’nci yüzyılda yaşanan ve büyük acılarla hatırlanan savaş ve çatışmalar düşünüldüğünde, devletlerin egemenlik haklarını uluslararası hukuk çerçevesinde aramaları ve savunmaları, bütün insanlığın yararına olacaktır diye düşünüyorum. Bu düşünce elbette liberal ve barışçı bir anlayışı temsil ediyor. Lakin dünyada muhafazakar ve hatta faşizan bir yükseliş söz konusu. Bunun temel nedeni de küresel çapta etkisi güçlü bir biçimde süren ekonomik bunalım ve buna eşlik eden, temelde de bu ekonomik bunalımın yarattığı çatışmalardan kaynaklanan mülteci trafiği. Aslında ortada ideolojik bir çelişki var. Refah, işbirliğine ve birlikte yaşamaya itiyor toplumları; yokluk ise kendi kabuğuna çekilmeye ve çatışmaya. Aslında küresel çapta bu ikilemin gerçekliğini yaşıyoruz. Her ülkenin kaygılarını ve bu kaygılardan kaynaklı olarak attığı adımları bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Yunanistan kendi kaygılarını yaşıyor, Türkiye kendi kaygılarını. Anlaşılan o ki dünyayı hala paylaşamadık.

23 Aralık 2024

Ajanda Notları

Yeni Duçe veya DOGE: Elon Musk ve Avrupa’da yükselen faşizm


Duçe diye bir kelime duydunuz mu? Duçe, modern faşizmin kurucusu ve isim babası kabul edilen İtalyan lider Benito Mussolini’nin lakabı. Duçe aynı zamanda Venedik hükümdarlarının unvanıydı. Bir cumhuriyeti yöneten krala duçe denirdi. İngilizcesi “doge” şeklinde yazılıyor ve Türkçe seslendirişle doc olarak okunuyor bu kelime. Evet, kripto para birimi Dogecoin’de olduğu gibi.

Şimdi yeni bir doge giriyor gündeme ve literatüre; Donald Trump ve Elon Musk’ın doge’u. Kısa adı DOGE olan bir bakanlık kurulacak Amerika’da önümüzdeki dönem. Department of Government Efficiency, yani Hükümet Verimliligi Bakanlığı, kısaca DOGE. Ve bu bakanlığın başındaki bakan kim olacak? Evet, Elon Musk beyefendi.

Bir kapıcı - bir domates

Trump ve Musk’ın Amerika’da önümüzdeki dört yıl için seçilmesi, küresel çapta faşizan siyasetin yükselişi akımının bir örneği ve yansıması aslında. 20. yüzyılda kapitalizm bir ekonomik kriz - bir savaş şeklinde yürüdü ve ayakta kaldı. 1980’leri ve Devekuşu Kabare mizahını bilenler, Metin Akpınar’ın bir kapıcı - bir domates repliğini hatırlayacaklardır. 1907’de borsaların çöküşüyle başlayan, Amerika ve Avrupa’yı 1910’larda yüzde 7’lere varan küresel daralmaya götüren krizi Birinci Dünya Savaşı izlemişti. Küresel ekonominin yaklaşık yüzde 17 daraldığı 1929 büyük buhranını İkinci Dünya Savaşı takip etti. Sonucunda dünyanın yeni ekonomik ve politik düzeninin belirlendiği büyük savaşın ardından da ekonomik krizler ve küresel savaşlar hep birbirini izledi ve besledi. 20 yıla yakın süren Vietnam savaşı dünyanın doğusunda milyonlarca insanın hayatını karartırken, batıda ise kapitalist üretim kanallarını besliyordu. 79’da patlayan enerji krizinin devamında çıkan İran-Irak savaşı sayesinde hem yeni petrol anlaşmaları yapıldı, hem de küresel savunma sanayisi sekiz yıl boyunca iki aktif müşterinin siparişlerini üretebildi.

Şimdi de Coronavirus salgınının yarattığı küresel krizi yaşıyoruz. Amerika’da ve majör Avrupa ülkelerinde görevde bulunan sosyal demokrat ve liberal hükümetlerin politikalarıyla kriz aşılabilmiş değil. İngiltere Başbakanı Sir Starmer’ı ve İspanya’nın solcu Başbakanı Sanchez’i bir kenara bırakacak olursak Avrupa’nın üretim gücü yüksek ülkelerinde sağ partiler yükseliyor. Fransa’da Macron, geleceği belirsiz bir hükümeti zar zor kurabildi; İtalya’da neo-faşist Meloni popülaritesini artırıyor; Hollanda’da bağımsız Başbakan Schoof, aşırı sağcı Wilders’in gölgesinde iş yapmaya çalışıyor; Avusturya’da sağcı ÖVP’nin başbakanı Nehammer üç yıldır belirli bir istikrarı yakaladı; sosyal demokrasinin kalesi İsveç’te bile şu an merkez sağ iktidarda. Ve nihayet Almanya’da sosyal demokrat Olaf Scholz hükümeti düştü, Şubat ayında seçime gidilecek. En büyük favori de sağcı Hristiyan Birlik Partisi.

Ancak Almanya’da bir de sürpriz at var. Kısaca AfD olarak anılan marjinal bir parti, tam adı Almanya için Alternatif Partisi. Aşırı muhafazakar bu parti, pek çoklarınca neo-Nazi bir siyaset uygulama niyetinde.

Trump’ın Brütüs’ü

Amerika’nın yeni duçesi Elon Musk ile girdik ve Avrupa’daki siyasi tabloyu özetledik, peki ne alaka? Şu alaka: Elon Musk geçtiğimiz hafta dedi ki, “Almanya'yı sadece AfD kurtarabilir.” Yani az önce dediğimiz sürpriz at, neo-Nazi ideolojiye sahip aşırı sağcı AfD, Almanya için Alternatif Partisi.

AfD'nin 23 Şubat'ta yapılacak seçimlerde başbakan adayı olan Alice Weidel de Musk'a Tamamen haklısınız Elon Musk sözleriyle yanıt verdi.

Musk, daha önce de İngiltere'deki aşırı sağcılara destek veren tweet’ler atmıştı; Ağustos ayında İngiltere'de cami ve mülteci otellerine yönelik saldırıların ardından “İngiltere’de iç savaşın kaçınılmaz” demişti ve Başbakan Sir Keir Starmer için “çifte standart Keirifadesini kullanmıştı.

Musk, Venezuela Devlet Başkanı Maduro’yu da bir eşekle Guantanamo cezaevine götüreceğini iddia etmişti.

Şimdi bu faşist milyarder, Amerika Birleşik Devletleri’ne duçe olacak ve yıllar içinde Trump’ın Brütüs’ü rolüne çok iyi hazırlanmış görünüyor.

Sosyal medyada bölünme

Bu arada X platformu da sağ eğilimli kullanıcılar arasında giderek daha popülerleşiyor. Sağcıların X kullanımı artarken liberaller ve sosyal demokratlar da X’i terk ederek BlueSky adlı, X benzeri platforma geçiyorlar kitlesel olarak. Örneğin İngiltere’de sol eğilimli The Guardian, 13 Kasım 2024 günü itibariyle X’e hiçbir haberlerini koymayacaklarını duyurdu ve paylaşımlarını durdurdu. Küresel sosyopolitik çatırdamanın, “DOGE” Elon Musk’ın sahibi olduğu bir sosyal medya platformunu bölmesi önemli bir gösterge.

Şimdi bu iki kişi, Trump ve Musk, Amerika’nın nükleer roketlerinin ateşlenmesi için gerekli şifreleri biliyor olacaklar. Ürkütücü bir fikir değil mi sizce de?

20 Aralık 2024

Ajanda Notları

Herkes ‘Suriye’de kazanan Türkiye oldu’ diyor, gerçekten öyle mi?


Uluslararası basında geçen hafta yayınlanan haberler, ağırlıklı olarak Türkiye’nin Suriye’de 8 Aralık’ta Şam’ın düşmesinden beri yaşanan süreçte önemli avantajlar sağladığına dönük yorumlarla dolu. The Guardian “Ankara istediğini alıyor” derken New York Times, “Türkiye ‘büyük kazanan’ olarak öne çıkıyor” başlığını attı.

Esad rejiminin yerini Erdoğan’ın uzun süredir kuvvetle desteklediği El-Nusra kökenli HTŞ’nin alıyor görünmesi, bu yorumları doğrular nitelikte. Trump’ın “Suriye’de ne tür bir iktidar kurulacağını bilmiyorum, ama Türkiye’nin istediği gibi olacak” açıklaması da emperyal jeopolitikçi cenahta zafer heyecanı yarattı. Üstelik takma adıyla Colani, resmen kullanmaya başladığı asıl adıyla Ahmed El Şara’nın bilhassa BBC’de teyit ettiği gibi, yeni Suriye’nin dinsel aşırılıkçı bir yönetimle değil de daha ılımlı -örneğin kadınları sosyal hayattan sınırlamayan ama alkol yasağını da uygulayan- bir yoldan idare edileceğine dönük sinyaller var. Şimdi taraflar, ortada duran bir müzakere masasının etrafında, ayakta dolanıyorlar. Herkes birbirini gözlüyor. Kimse o masaya ilk oturan olmak istemiyor, herkes kaçıverir de masada tek başıma kalırım diye.

Tersi bir durum var gibi görünse de Putin, halinden gayet memnun görünüyor. Moskova’da dört saat süren basın toplantısında “Suriye’de yaşananların gerçek kazananı İsrail” dedi. Tuhaftır ki ben de geçtiğimiz hafta Ajanda Podcast’te aynısını söylemiştim. Sürecin gerçek kaybedeni ise Rusya değil, İran.

İran kaybetti, zira Lübnan ve Filistin’deki proxy’leriyle iletişimi artık kalmadı. İsrail ila savaşan Hizbullah ve Hamas’a İran’ın verdiği destek, Esad yönetimindeki Suriye üzerinden ulaştırılıyordu. İsrail ordusunun Şam’ın düşmesinden bir gün sonra tampon bölgeyi işgal ederek askeri hedefleri jet hızıyla imha etmesinin ardında bu yatıyor. Özellikle Hizbullah için yolun sonu gözüktü. İsrail’in en büyük avantajı sağlayan taraf olmasının da nedeni bu.

Türkiye kazanmış gibi görünüyor, ancak ortada ciddi bir belirsizlik var. HTŞ de Türkiye’nin bir proxy’siydi, evet; ancak Esad’ın sarayına yerleşince gördüler ki İsrail’in gölgesi, bir heyula gibi güneyden üzerlerine çökmüş durumda. İdlib’deyken Kürt gruplara ve Esad’a karşı kendilerini sınırsızca destekleyen Türkiye, İsrail’e karşı da aynı kararlılıkta olacak mı? İsrail, Golan tepelerine sadece 60 kilometre mesafedeki Şam’a girip HTŞ’yi tepelerse ne olacak? Bu elbette yakın ihtimal değil, ancak HTŞ’nin Şam’da o kadar da rahat olmadığına dair bir gösterge.

Trump faktörü, bir diğer kaşıntı unsuru. Çölün derinliklerinde uykuda olan IŞİD’i yeniden geleneksel caniliklerine dönmekten alıkoyan en önemli unsur, Suriye Demokratik Güçleri. Yani kuzeyin doğu cephesine hakim olan silahlı Kürt grup. Yani aslında YPG. Yani Türkiye’nin kabul ettiği şekliyle, bildiğiniz PKK. Ve Amerika, bu gruba önemli ölçüde silahlı destek veriyor ve onları bölgesel bir partner olarak görüyor. Erdoğan’ı öven jestlerine rağmen Trump’ın bu keyfiyeti değiştirmesi beklenmiyor.

Suriye’de şu an merkezi bir kamu yönetimi yok. HTŞ’ciler, hali hazırda eski Baas’çıların makam odalarında, ellerinde Kalaşnikof’larıyla postallarını makam masalarına uzatmış halde sigaralarını içip zaferlerinin keyfini sürmekle meşguller. İsrail ve/ya Amerika ile anlaşıverip Türkiye’yi ortada bırakmaları hiç ama hiç beklenmedik bir durum olmaz benim için.

Dolayısıyla “Suriye’de kazanan Türkiye oldu” cümlesini kurmak için henüz erken. Ancak Ankara’nın ciddi bir hamle yaparak önemli bir mevzi kazandığı bir gerçek. Erdoğan’ı birdenbire Şam’a gitmiş, Emeviyye Camii’nde namaz kılarken görmemiz de mümkün bugünlerde.

Ancak er ya da geç, taraflar o müzakere masasına oturacaklar. Ve kimin kazandığı, kimin kaybettiği, masadan kalkılırken açıklık kazanacak.

 

17 Aralık 2024

Ajanda Notları

Yeni ABD, bir korku imparatorluğu olacak

  

1 Aralık günü Wall Street Journal’da bir haber yayınlandı, başlığı şuydu: Elon Musk’ın rakipleri, elde ettiği yeni gücünü kendilerini hedef almak için kullanmasından korkuyor!

Kim bu rakipler, Elon Musk’ın hedef alacağı? Birincisi, Chat GPT’nin CEO’su Sam Altman...

Ve ayrıca Facebook ve Whatsapp’ın sahibi Mark Zuckerberg, Amazon’un sahibi Jeff Bezos, Microsoft’un kurucusu Bill Gates ve niceleri. 

ChatGPT’nin sahibi Sam Altman Amerika’da Demokrat Parti’nin üyesi, ancak seçimlerde hengangi bir adayı açıkça desteklememişti. Elon Musk ile iyi ilişkiler kurmayı istiyordu. 2024’ün başlarında Musk kendisini dava etmiş, ancak daha sonra davasını geri çekmiş, sonra tekrar dava etse de ikilinin arası pek açılmamıştı. En azından Altman öyle sanıyordu. Ancak Trump seçimi kazanıp kampanyasına 200 milyon dolar bağışlayan Musk ile kankalığını iyice artırınca işler değişmeye başladı. Musk’a yakın kişiler, Tesla ve SpaceX’in sahibinin, yapay zeka prensi Sam Altman’a iyiden iyiye gıcık kapmakta olduğunu dillendirmeye başladılar. 

Elon Musk, düşman sahibi olmaktan motive olan bir kişi.

Şu sözler kendisine ait:

“Bazen düşünüyorum da, düşmanlarımın sayısı oldukça az. Düşmanlarımın gömülü olduğu büyük bir mezarlık var, buraya yeni cenazeler eklemek istemem. Ama seçeneğim kalmazsa yapmaktan da çekinmem.”

Gerçekten korkutucu bir karakterden söz ediyoruz.

Musk’un düşmanları listesinin bir diğer üyesi, Microsoft’un kurucusu Bill Gates. Gates “Elektrikli araç kullanımı bu hızla artarsa Tesla’nın piyasa değeri düşer” şeklinde bir açıklama yapmıştı ve Musk, X üzerinden kendisine oldukça kaba bir yanıt vermişti, erkeklik organı imgesini de kullanarak.

Gates ise buna karşılık olarak “Onun hisselerinin düşmesine neden olduğumu duymuş, bunun üzerine bana karşı çok kabalaştı. Ancak onun birçok insana karşı çok kaba davrandığını düşündüğümde, bunu kişisel almama gerek yok” demişti. 

Amazon’un kurucusu Jeff Bezos da Musk’ın uzun vadeli düşmanları arasında yer alıyor. Bezos 2021 yılında Musk’ın NASA ile yaptığı Ay’a gidiş anlaşmasını dava etmiş, Musk da buna karşılık “Sen kaldıramazsın (yörüngeye) lol” şeklinde bir tweet atarak, Gates’in kabalaşma örneğine bir yenisini eklemişti.

Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg ise Trump’un Facebook hesabını bloke etmesiyle zaten affedilmez bir hata yaptı. 

Bütün bu düşmanlar, şimdi deyim yerindeyse korkudan tir tir titriyorlar, haklı olarak. New York Times’da 14 Aralık’ta yayınlanan haberde Altman, Bezos ve Zuckerberg’in, Trump’ın yemin töreni ve devamında düzenlenecek etkinlikler için birer milyon dolar bağış yaptıkları bildiriliyor. Aynı haberde Google’ın CEO’su Sundar Pichai’nin, Trump’ı Florida’daki evinde ziyaret ettiği ve yemeğe de kaldığı ifade ediliyor. 

90’larda dünyanın en büyük on şirketini petrol firmaları oluşturuyordu, şimdi ise ilk onda çoğunlukla bilişim firmaları var. 30 yıl önce aday olsaydı Trump, yanı başına petrol şirketlerinin sahiplerini alırdı; şimdi ise elbette Elon Musk’ı aldı. Musk’ın kötücüllük derecesi de Dallas karakterlerinden aşağı kalmıyor. Eldeki bütün veriler, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir korku imparatorluğu olma yolunda ilerlediğini gösteriyor. Aynı korku heyulası, Trump’ın dış politikaya ilişkin mesajları yoluyla dünyanın da tepesinde gezinmekte.

Ancak şunu biliyoruz ki, dört yıl sonra Trump dönemi bitecek ve bir daha hiç olmayacak. Dünyanın başka köşelerindeki başka Trump’ların ne zaman gidecekleri ise belli değil.

 

14 Aralık 2024

Ajanda Notları

Otokratik eksen, demokratik düzene meydan okuyor


The Wall Street Journal’dan Yaroslav Trofimov’un haftasonu yayınlanan makalesinin başlığında “Üçüncü Dünya Savaşı, zaten başladı mı?” deniyor. Alt başlık ise şöyle: Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore’nin oluşturduğu otokrasi ekseni, demokratik dünya düzenine meydan okuyor!

Birinci Dünya Savaşında İtilaf Devletleri ve İttifak Devleri vardı. İkinci Dünya Savaşında İtttifak Devleteler ve Miğfer Devletler olarak ayrışıldı. Wall Street Journal, Üçüncü Dünya Savaşı’ndaki bölünmeyi ise Otokratik Devletler ve Demokratik Devletler olarak ifade ediyor. Ancak demokrasilerin kendi içinde de önemli bir bölünmenin varlığına dikkat çekiliyor.

Bunun tersine Doğu’da ise başlı başına bir bütünleşme söz konusu. 10 yıl öncesine kadar Rusya ve Çin, şimdiki ortakları İran ve Kuzey Kore’deki rejimlerle mücadele konusunda Batı ile işbirliği yapıyordu. 2015’te İran’ın nükleer programı nedeniyle önerilen yaptırımlara ve Kuzey Kore’yi hedef alan benzer yaptırımlara BM Güvenlik Konseyi’nde birlikte evet oyu veriyorlardı. Şimdi ise otokratik eksenin ayrılmaz dörtlüsü haline gelmiş duruda Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore.

Vekaleten savaş

Hali hazırda dünyanın pek çok köşesinde sıcak çatışma sürmekte. Rusya, Ukrayna’da doğrudan savaşmakla birlikte Suriye’de belli miktarda askeri güç bulundurup Esad rejiminin bir nevi eskortluğunu yapıyordu. İran, Hizbullah ve Hamas aracılığıyla İsrail ile savaş halindeydi ve hala da öyle. Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail, Suudi Arabistan ordusunu kullanarak Yemen’deki İran yanlısı Şii Husilerle mücadele ediyor. İran ve İsrail doğrudan savaş halinde değil, ama vekilleri yoluyla aslında birbirleriyle savaş halindeler.

Rusya’nın Suriye’de atıl durumda kalan askeri gücünü Afrika’ya yönlendirmesi ve önemli bir kısmını da Ukrayna cephesine kaydırması kaçınılmaz görünüyor. İran ise ne yapacağını şaşırmış durumda. Şam’daki büyükelçiliği yağmalanan Tahran’ın eli kolu bağlandı. İsrail’e karşı Hizbullah’a doğrudan ikmal yapma şansı sıfıra indi.

Vekaleten savaş, asaleten savaşa döner mi?

Görünen o ki Esad’ın düşmesinin en büyük kazananı İsrail, en büyük kaybedeni ise İran. Mevzi kazananlar Rusya, Türkiye ve IŞİD. Mevzi kaybedenler ise Ukrayna ve Suriye’deki Kürt gruplar. Türkiye’nin terörist olarak kabul ettiği Suriye Demokratik Güçleri’nin lideri Mazlum Kobani, Amerika’nın kendilerine olan desteğini çektiğini belirterek mevcut durumda IŞİD’in kuzey Suriye’de saldırılarını artırmasının beklenebileceğini söyledi New York Times’a geçtiğimiz hafta. Amerika’nın çektiği destek İsrail tarafından kendilerine önerilirse, Kürt grupların buna hayır demesini beklemek mantıksız olur. Türkiye’nin terörist kabul ettiği bu grupların İsrail’in desteğini almaları, Türkiye ve İsrail’in Suriye’de doğrudan karşı karşıya gelmesi anlamını taşır. Bu ürkütücü varsayım, vekiller yoluyla devam eden dünya savaşının doğrudan devlet ordularının karşı karşıya gelmesi şekline evrilmesi anlamına gelir ki bu da bir üst aşamaya geçiş demek olur.

Üçüncü Dünya Savaşı’nı kim kazanır?

Trump’ın birinci döneminde başlattığı Ticaret Savaşı’nı net olarak Amerika’nın kazanacağını öngörüyordu önemli ekonomistler. Görünen o ki sonuç, öngördükleri gibi oldu. Başta söylediğimiz dörtlü otokratik eksenin vücut bulmasının temel motivasyonu da zaten bu mağlubiyet. Ticaret savaşında Doğu, bilhassa Çin, satıcı pozisyonunda olduğu için kaybetti. Sıcak savaşta ise durum tersine dönebilir. Otokratik eksen ve demokratik düzen arasında çıkacak bir sıcak savaşta favori, kesinlikle küresel Doğu olacak. Umarız Trump, bütün marjinalliğine rağmen böylesi bir savaşı önleyen başkan olarak geçer insanlık tarihine.

Ajanda Notları

Almanya’da somutlaşan nefret söylemi  ve AfD  Partisi Almanya'da 23 Şubat günü genel seçim var. Sosyal demokrat Olaf Scholz hükümet işin...