Almanya’da somutlaşan nefret söylemi ve AfD Partisi
Almanya'da 23 Şubat günü genel seçim var. Sosyal demokrat Olaf Scholz hükümet işini pek beceremedi ve kabinesi düştü. Gerçi Scholz’un şanssızlığı, Angela Merkel gibi bir ismin ardından başbakanlığa gelmesiydi. Şimdi milyonlarca Türkiye kökenli insanın da yaşadığı Almanya’da ırkçılığı, hatta dahası faşizmi kendisine nazariyat edinmiş aşırı sağcı AfD Partisi, yani Almanya için Alternatif Partisi giderek güçlenen bir grafikle Şubat seçimlerine girecek. AfD’nin geçtiğimiz günlerde gerçekleşen parti kongresinde nefret söylemi, adeta somutlaştı. Bakın neler dedi, AfD’nin başbakan adayı Alice Weidel...
En ilgincinden başlayalım... AfD’nin başbakan adayı, 45 yaşındaki Alice Weidel bir lezbiyen. Sri Lanka’lı bir eşi var ve iki de çocukları var. Ancak Weidel, eşcinsel olmasına rağmen LGBTİ hareketini lanetliyor ve Queer kimliğini de reddediyor. Parti kongresinde Weidel, Hitlervari bir konuşma yaptı. Evet, bu ifadeyi kullanıp kullanmamak konusunda tereddüt ettim, ama böyle maalesef. Ve konuşmasında Weidel, Almanya'da üniversitelerin queer-woke kadro ocaklarına dönüştüğünü savundu, iktidara geldiklerinde tüm toplumsal cinsiyet çalışmalarını kapatacaklarını ve profesörleri de kapı dışarı edeceklerini söyledi.
Weidel şöyle diyor: Biz dümende olduğumuzda tüm rüzgar türbinlerini yıkacağız! Kahrolsun, kahrolsun bu utanç yel değirmenleri!
Evet, tabi ki her aşırı sağ parti gibi AfD de iklim krizini reddediyor ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin, ülkelerini güçten düşürdüğü söylemini kullanıyor. Kahrolsun bu utanç yel değirmenleri diyen Weidel, iktidara geldiklerinde kömür kullanımını ve nükleer santralleri artıracaklarını vaat ediyor. Elektrik mühendisliği eğitimi almış bir gazeteci olarak ben nükleer enerjiden yanıyım; zira işletme güvenliği ve atık yönetimi doğru yapıldığında en temiz ve verimli enerji enerji kaynağı. Gerçi bu düşüncem nedeniyle liberal çevremde çok linçleniyorum. Ancak Weidel’in kömür kaynaklı enerji vaadi, dünyamızın geleceği için çok ciddi bir sıkıntı.
AfD’nin ve Weidel’in en önemli vaatlerinden bir diğeri de kan bağı temelli vatandaşlığa dönüş ve kitlesel remigrasyon, yani tersine göç. Weidel’ın bağıra bağıra ifade ettiği bu kavram, partinin seçim programının da en dikkat çekici bölümlerinden birini oluşturuyor. Remigrasyon kavramı, sosyal bilimlerde, hayatlarının belli bir bölümünü yurt dışında geçirmiş insanların geldikleri ülkelere dönmeleri olarak tanımlanıyor ve son dönemde aşırı sağcılar arasında fazlasıyla popülerleşti. Bu yaklaşıma da tabi ki başta Almanya Türk Toplumu olmak üzere pek çok azınlık örgütü ve ırkçılık karşıtı örgüt tepki gösterdi. Weidel, kongredeki hararetli konuşmasında, Almanya’da iç güvenlik sorunları başta olmak üzere pek çok toplumsal ve ekonomik problemden göçmenleri sorumlu tuttu, iktidara geldikten sonra ilk 100 gün içinde, sınırların kapatılarak kitlesel geri gönderilmelerin organize edileceğini söyledi.
AfD şu anda anketlerde ikinci parti konumunda. Tabi ki Trump’ın Brütüs’ü Elon Musk ile arası çok iyi. Avrupalı aşırı sağcı kadın liderlerin arası zaten genel olarak Musk ile çok iyi. İtalya’nın neo-faşist başbakanı Meloni’nin Musk’a nasıl aşık gözlerle baktığını görmüş olmalısınız. Musk, Weidel’in konuştuğu AfD parti kongresini X hesabından canlı yayınladı. İnsan ancak aşık olduğu bir kadına yapar böylesi bir jesti. Adına Dexit diyerek Almanya’nın İngiltere gibi Avrupa Birliği’nden ayrılmasını savunan, Euro’dan çıkıp Alman Markı’nı -Doyçe Mark’ı- geri getirmeyi planlayan AfD Partisinin kongresi, 10 bin civarındaki bir kalabalık tarafından protesto edildi, bunu da ifade edelim. Protestolar yüzünden kongre, yaklaşık iki saat geç başladı.
Neyse ki merkezde yer alan hem sağ, hem sol partiler, olası bir koalisyon hükümetinin kurulmasının gerekmesi halinde AfD ile bir koalisyon kurmayacaklarını şimdiden açıklamış durumdalar. Ancak siyasettir bu, hiçbir şey belli olmaz da diyebilirsiniz. Lakin Almanya’da politikacılar, verdikleri bu tür sözleri tutarlar. Almanya bu yüzden Almanya. Bizde ise politika ile kaypaklık neredeyse eşanlamlı kelimeler haline geldi, Türkiye de biraz bu yüzden Türkiye. Aşırı sağ sadece Almanya’da değil, Avrupa’nın pek çok ülkesinde yükseliyor ve bunun da sosyo-politik temeli, ekonomideki istenmeyen gidişat. Hitler, Mussolini, Portekiz’de Salazar ve Yunanistan’da Metaxas gibi diktatörler de Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan ekonomik ve sosyal çöküşün ardından güçlenebilmişlerdi. Şimdi de Coronavirüs salgınının yarattığı ekonomik çöküşün ertesini yaşıyoruz ve siyaset sosyolojisi açısından sağın, aşırı sağın yükselmesi, geleneksel formüle uyuyor. Umarız bu deliler, insanlığa minimum hasar bırakarak tarih sayfalarına gömülürler.